Türkiye’de kredi piyasasında alarm zilleri çalıyor. Son açıklanan verilere göre hem bireysel hem de küçük ve orta ölçekli işletmelere (KOBİ) ait kredilerde takipteki alacak oranları ciddi şekilde arttı. Bu durum sadece bireylerin değil, ekonominin bel kemiğini oluşturan KOBİ’lerin de borçlarını çevirmekte zorlandığını ortaya koyuyor. 23 Mayıs 2025 itibarıyla bireysel kredilerde takipteki oran %3,7’ye ulaştı. Bu oran 2023’te sadece %1,6 idi. KOBİ kredilerindeki takip oranı ise %2,4’e çıktı. Oysa iki yıl önce bu oran %2 idi.
Bu veriler, finansal sistemin sağlığı açısından oldukça kaygı verici. Peki, bireyler ve işletmeler neden borçlarını ödeyemiyor? Bu durumun sistem üzerindeki olası etkileri neler olabilir?
Bireysel Kredilerde Çöküş: Borç Sarmalı Derinleşiyor
2021-2023 yılları arasında düşük faiz politikası nedeniyle bireyler yoğun şekilde krediye yönlendirildi. Özellikle ihtiyaç kredilerinde büyük bir genişleme yaşandı. Ancak 2023’ten sonra uygulamaya konulan sıkı para politikalarıyla birlikte faiz oranları sert şekilde yükseldi. Bu da kredi kartı borçlarını ve kredi taksitlerini ödemeyi giderek daha maliyetli hale getirdi.
Enflasyonun hanehalkı üzerindeki baskısı da bu tabloya eklendi. Temel gıda, kira, enerji ve ulaşım gibi kalemlerdeki fiyat artışları, bireylerin gelirlerinin büyük kısmını tüketti. Kredi ödemeleri ise biriken bir yük haline dönüştü. Böylece takipteki alacak oranları hızla tırmandı. %3,7 oranı, her 100 TL’lik bireysel kredinin 3,7 TL’sinin ödenemediği anlamına geliyor. Bu, sadece ödeme zorluğu değil, aynı zamanda sosyal bir kriz göstergesidir.
KOBİ’lerde de Denge Bozuldu: Destekler Yetersiz Kaldı
KOBİ’ler Türkiye ekonomisinin yaklaşık %99’unu oluşturan işletme grubudur. Pandemi sonrası toparlanma sürecinde verilen kredi destekleri sayesinde ayakta kalabilmişlerdi. Ancak bu desteklerin sona ermesiyle birlikte artan faiz oranları ve işletme maliyetleri, KOBİ’lerin nakit akışını ciddi şekilde bozdu.
Girdi maliyetlerindeki artış, personel giderleri, yüksek enerji faturaları ve iç talepteki daralma KOBİ’lerin ödeme gücünü zayıflattı. Kredi yapılandırmalarında yaşanan gecikmeler ve bankaların temkinli yaklaşımı da işin tuzu biberi oldu. Takip oranının %2,4’e çıkması, birçok KOBİ’nin finansal darboğaza girdiğinin açık göstergesidir.
Kurumsal Ticari Kredilerde İyileşme: Denge Neden Bu Kadar Farklı?
Aynı dönemde kurumsal ticari kredilerdeki takip oranının %1,8’den %1,2’ye gerilemesi ise dikkat çekici bir durumdur. Büyük firmaların daha güçlü finansal yapıları, dış borçlanma kabiliyetleri ve devletle daha yakın ilişkileri, bu firmaların zorlu dönemleri daha az hasarla atlatmalarını sağladı.
Bu fark aynı zamanda ekonomik politikalardan kimin daha fazla fayda sağladığını da gösteriyor. Büyük sermaye grupları daha dayanıklı ve daha fazla destek alabilirken, bireyler ve KOBİ’ler açıkça savunmasız kalmış durumda.
Sisteme Etkisi: Zincirleme Risk Kapıda mı?
Kredilerdeki takip oranlarının artması, doğrudan bankacılık sistemini etkileyen bir risktir. Bankalar, takipteki alacaklar arttıkça karşılık ayırmak zorunda kalır. Bu durum, kredi verme iştahını düşürür ve reel sektörde likidite daralmasına yol açar.
Ayrıca bireylerin borç batağında olması, iç talepteki daralmayı hızlandırır. KOBİ’lerin batması ya da küçülmesi, istihdamda kayıplara neden olur. Kısacası bu tablo, mikro ekonomik krizlerin makro ölçekte sistemsel bir finansal riske dönüşebileceğini gösteriyor.
Çözüm Ne Olabilir?
Hedeflenmiş destek paketleri: Özellikle borç yapılandırmaları ve faiz sübvansiyonlarıyla KOBİ’ler ve düşük gelirli bireyler desteklenmeli.
Finansal okuryazarlık: Bireylerin bilinçsiz borçlanmasını önleyecek finansal eğitim kampanyaları yaygınlaştırılmalı.
Faiz – enflasyon dengesi: Sürdürülebilir ve öngörülebilir bir para politikası ile krediler tekrar yönetilebilir hale getirilmeli.
Bankacılık denetimi: Takipteki alacakların varlık yönetim şirketlerine devri gibi alternatif çözümlerle bankaların bilançoları rahatlatılmalı.
Bireylerin ve KOBİ’lerin artan kredi yükü, Türkiye ekonomisinin en zayıf halkalarında alarm zillerini çaldırıyor. Bu gelişmeler yalnızca bireysel değil, sistemik bir riske işaret ediyor. Zamanında alınacak yapısal önlemler, borç sarmalının sosyal ve ekonomik bir krize dönüşmesini engellemek adına büyük önem taşıyor.
Ekonomide en çok duyulan ses değil, en zor durumda olanların sessizliği tehlikelidir. Bugün bu sessizlik borç yükü altında ezilen milyonlarca vatandaş ve işletmeyi temsil ediyor.