Yeni mezun bir mimarın doğum gününde yalnızca 1 saat erken çıkmak istemesi gerekçe gösterilerek işten çıkarılması, sosyal medyada ve mimarlık camiasında yankı uyandırdı. Genç mimar, yaşadığı süreci detaylarıyla anlatarak sektördeki baskı kültürüne ve hak ihlallerine dikkat çekti.
Henüz işe başlamadan önce, eski işinden hemen ayrılması için baskıya maruz kaldığını söyleyen mimar, “Eğer erken çıkmazsan işe almayız” denilerek şartlı kabul gördüğünü aktardı. Ardından daha ofise girmeden, hafta sonu bir şantiyeye çağrıldı. Yolculuğunu kendi imkânlarıyla yapmak zorunda bırakılan çalışan, öğle arasını yolda harcamak zorunda kaldı.
Tüm bu özveriye rağmen, doğum gününde 1 saat erken çıkmak istemesi, iş sözleşmesinin sonlandırılmasıyla sonuçlandı. Şantiyede o sırada yalnızca müteahhit bulunduğu için ondan izin istediğini belirten genç mimar, bunun "yanlış kişiye sordun" bahanesiyle büyütüldüğünü söyledi.
Ertesi gün cep telefonuna gelen mesajda şu ifadeler yer aldı:
“…… Bey devam etmek istemediğini söyledi. Sabah ekipmanları getir.”
Ancak mimar, şirkete ait hiçbir ekipman verilmediğini, kendi kişisel bilgisayarıyla çalışmak zorunda bırakıldığını da özellikle vurguladı.
"Sessiz Kalmayın" Çağrısı
Genç mimar paylaşımında sadece kendi yaşadıklarına değil, sistemsel bir soruna da dikkat çekerek şu ifadeleri kullandı:
“Bu sektörde hâlâ ‘itaat’ üretkenlikten, ‘fazla mesai’ verimlilikten daha çok değer görüyor. Genç mimarların sömürülmediği, emeğin kıymet gördüğü bir düzen hayal ediyorum.”
Bu sözler, yalnızca mimarlık sektöründe değil, pek çok beyaz yakalı çalışanda da karşılık buldu. Pek çok sosyal medya kullanıcısı benzer deneyimlerini paylaşarak desteğini gösterdi.
Peki, Doğum Gününde 1 Saat Erken Çıkmak Makul mü?
Bu olayın en çok tartışılan yönü de bu oldu: Doğum gününde bir çalışanın sadece 1 saat erken çıkması gerçekten bir “saygısızlık” mı, yoksa insani bir ihtiyaç mı?
Çalışma psikologlarına göre, özel günlerde küçük jestler veya anlayış gösterilmesi, çalışan bağlılığını ve verimliliğini artıran temel etkenlerden biri. Bu durum bir hata değil, bir fırsat olarak görülmeli. Üstelik ilgili kişi görevlerini tamamlamış, izin alınması gereken tek muhatap orada bulunmamışsa ve acil bir üretim süreci yoksa, bu tutumun işten çıkarma gerekçesi yapılması işverenin niyetini sorgulatır.
Kısacası bu olay, sadece bir kişinin hikâyesi değil; Türkiye’de genç çalışanların hâlâ “yük” olarak görülmesi, haklarının kolayca gasp edilmesi ve liyakat yerine itaate öncelik verilmesi sorununun çarpıcı bir örneğidir.